Kaderi keder olan bir coğrafya ve kurbanlar

, 1 Yorum
Goog'le Ortadoğu araması yaptığınızda karşınıza çıkan ilk fotoğraf bu. Başka hiçbir bölge veya kıta için böyle bir sonuç vermiyor.
Google’da Ortadoğu araması yaptığınızda karşınıza çıkan ilk fotoğraf bu. Başka hiçbir bölge veya kıta için böyle bir sonuç vermiyor.

“…

Dün gece sen uyurken çiçeklere su verdim

Ve insanların korkunç öykülerini anlattım onlara.

Yaşamdan çok ölüme yakın durduğun için…”

 

Şairler herkesten bir dirhem daha fazla acı çekermiş. Sanırım kadın şairlerin acısı iki dirhem fazla…

Lale Müldür’ün ölüm döşeğindeki kocasına, çocukken havale geçirip ölen arkadaşı Destina’yı hatırlayıp yazdığı şiir… Bana Ortadoğu’da, yaşamdan çok ölüme yakın duran insanları da hatırlatan bu şiir aslında tuvalette yazılmış biliyor musunuz?

* * *

Günlerdir üzgünüz. Haftalardır, aylardır, yıllardır üzgünüz… Tesadüfen yaşayanlar, tesadüfen ölenler… Acıları, şehirlerin acılarını, kimliklerin acılarını yarıştıranları görüyoruz. Fakat görmüyoruz ki ölüm herkesi eşitliyor. Benim etrafımda herkese üzülenler de var. Ayrım yapmayanlar. Bana umut veren de bir tek onlar. Yoksa bazı insanların tutumu, yaşananlardan da acı bana göre.

“Neden ölüyoruz” diye isyan eden yazılar okudum. Kim cevap vermek ister?

Ben karmaya inanırım. Yani bugün bir şeyler ters gidiyorsa, bunun sorumluluğu bizdedir. Daha önce aldığımız kararlardadır. Bazen almadığın karar da bir karardır.

Ortadoğu’nun değişmez kaderi kederde kimin aldığı hangi kararlar var?

Hiç kıvıramayacağım; hem Batı’nın hem de bizatihi Ortadoğu’nun aldığı pek çok karar almadıkları kararlar da dahil bugünü yarattı.

“No pain no gain” derler; acı yok kazanım yok.

Acının insanları geliştirdiğini düşünürüm. Acı çektikçe ilerleriz. Hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak.

Anthem şarkısında “Bir çatlak var her şeyde, ışık böyle girer içeri” der Leonard Cohen.

Ernest Hemingway’in olduğu söylenen çok da emin olamadığım bir cümle var: “Hepimiz biraz kırığız, ışık böyle girer içeri.”

İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin Muhammed Allah’ın Elçisi filminde bir papaz daha gencecik bir delikanlıyken peygambere “Tanrıyı nerede bulursun” diye sorar. Cevabı çok etkileyicidir: “Kırık kalplerde bulurum.”

Brezilya’da gördüğüm şifacı John of God da konuşmasında, hepimizin kırıldığını ve ışığın o çatlaklardan gireceğini söylemişti.

* * *

Aydınlanma çağı acının ardından ortaya çıktı.

Fransız devrimi acının ardından gerçekleşti.

İlk anayasa acının ardından yazıldı.

Avrupa Birliği, acının ardından kuruldu.

Dünyada hiçbir önemli gelişme yok ki acısız doğsun.

Ülkeme ve Ortadoğu’ya baktıkça “Demek ki yeterince acı çekmedik; hiçbir yere varamıyoruz” diyorum. Belki sadece acı çekmekle bitmiyor iş. Ders de çıkarmak gerekiyor.

Belki de sorun Ortadoğu’nun acıyı yücelten, hatta kutsallaştıran bakış açısında, bilmiyorum. Ölümün kutsallaştırıldığı bir coğrafya burası… Zor işte! Bu yüzden zor değişmesi.

Düşünün, insanların sevdiklerine “Kurban olayım sana” diye seslendiği bir ülke burası. İlla birinin yaşamını feda etmesi gerekiyor yani. Sevgiyi göstermek için bile! Çok seven ölerek bunu ispatlasın! İki kişi birbirini sevsin ve eşitlik içinde yaşasın diye bir temenni yok.

Kına yakmakla ilgili bir halk anlatısı dinlemiştim. Doğru mudur emin olamıyorum. Kurbanlık hayvana kına yakılır; Allah’a kurban olsun diye. Geline kına yakılır; kocasına kurban olsun diye. Askere kına yakılır; vatana kurban olsun diye. Hâlâ insanları kurban ediyoruz aslında.

Hayattan daha büyük okul var mı? Alamadığımız derslerin acılarını tekrar edip duruyoruz. Korkarım çektiğimiz acılar yanımıza zarar olarak kalacak.

“Dün gece sen uyurken ismini fısıldadım

Ve hayvanların korkunç öykülerini anlattım.”

Ter

1 Yorum

  1. Ahmet Karabaşlı
    | Cevapla

    BRAVO

Yorum Bırakın