Yalanlar ve insanlar

, 3 yorum

“BİRKAÇ hafta önce pek de genç olmayan bir kadın geldi. Ansksiyete bozukluğu ve depresyon teşhisi koyduk. Instagram’da gördüğü ilgi, beğeni ve takdiri gerçek hayatta alamadığı için bocalıyordu.”

Yukarıdaki cümleler, daha önceki yazılarımda değindiğim sosyal medya sahtekarlıklarını okumuş bir psikiyatra ait.

Bir dost ortamında tanıştığım plastik cerrah, akıllı telefon aplikasyonlarıyla kendini güzelleştiren insanların, filtrelerle kavuştukları güzelliği gerçek kılması için kapısını çaldığını anlattı.

“Bizde böyle filtreler yok deseydiniz keşke” dedim önce; kabul ediyorum epey zalimce… Ama bir el taramasıyla pürüzsüzleşen cilt, iki işaret parmağı hareketiyle incelen beden, tek bir çalımla uzayan boy, bir dokunuşa bakan gözaltı torbaları ve kırışıklıklar, bebek gibi pembe pembe yanaklar, cennetten çıkmış gibi ışıldayan suratlar… Filtre hepsi filtre canım!

Eskiden sadece kadın ve moda dergileri vardı ve onları 3 dakika karıştıran tüm kadınlarda kendini yetersiz bulmaya bağlı depresif belirtiler ortaya çıkardı. O zamanlar tabii, photoshop ve filtrelerden sadece modeller ve ünlüler faydalanırdı. İyi oldu; akıllı telefonlar sayesinde fotoğraf hileleri demokratikleşti. Öyle de, eskiden bir avuç insanın yaşadığı ‘ürün’e dönüşme çelişkisini ve şöhrete bağlı bunalımları cümbür cemaat yaşamaya başladık.

* * *

Bir tarafta fotoğraf çekerken yollara yatıp ezilenler, selfie çekerken uçurumdan düşenler, denize dalıp poz verip yüzeye çıkamayanlar, uçak kaçıran korsanla hatıra fotoğraf çektirenler (İngiliz yolcu çektirmek istiyor; tuhaf, korsan da çektiriyor; daha da tuhaf)… Diğer tarafta herkes hem model, hem fotoğrafçı, hem stilist, hem kreatif direktör, hem bilmem ne… Hem prenses, hem aşçı, hem bahçıvan, hem gurme, hem spor uzmanı, hem sağlıklı beslenme gurusu, hem yaşam koçu, hem çocuklarının fedakar-vizyoner-fevkalade-eğlenceli-bilge anası, hem en süper-über-olağanüstü-harikulade-şahane-harika-muazzam eş, ilişki eksperi, kişisel gelişim modeli, ilham kaynağı!..

Hayatı fotoğraflardan ibaret ve sosyal medya aksiyonlarıyla paylaşılan bir şey sananlar fena halde yanılıyor. Zaten takipçi satın alan, beğeni ve hatta yorum satın alıp alt alta yüz kez “Bayılıyorum sana. Harikasın” yazdıranlara ne demeli? İlk akla gelen sahtekar nasıl uygun mu? Ya da, bayılıyorum sana; harikasın, diyelim geçelim.

Bu organize ahlaksızlar, çoğunluk olan kendini ‘iyi paketleme’ rahatsızlarından birkaç tık ilerideler çünkü bütün bu sahtekarlıktan haksız kazanç elde ediyorlar. Paket açılır arkadaşlar. Bir iş başvurusunda, romantik bir randevuda veya bir dostlukta kendimizi avantajlı kılmak için üzerimize sarıp sarmaladığımız bütün ambalajlar açılır. Bu hiç değişmez.

‘İyi paketleme’ demişken… Şaşılacak biçimde herkes tebessüm ediyor ve son derece güler yüzlü. Sosyal medya insanları bu kadar gülüyor da sokakta somurtanlar kimler? Yoksa onların akıllı telefonları yok mu?

Bazı yazarları, yaşam koçu ve guruların kendilerini tanımasam çizdikleri duyarlı, hassas, iyi kalpli tabloyu yutacağım. “Sevgi içimizde. İçimizdeki sevgiye yönelelim. Herkesi sevelim” diye palavra sıkan abla, sağı solu herkesi terslediğine, aşırı aşırı para kazanma hırsına, ünlü olma çabalarına şahitlik etmesem inanacağım sana.

Kız kardeşlik güzellemeleri yapan, ‘kadın dayanışması da kadın dayanışması’ diye tutturan hassas abla, kaç kadının gözünü oydun, ayağını kaydırdın, iteledin yerine geçtin, sırtına bastın yükseldin görmesem ‘avantaj paketinizi’ yutacağım.

Gündemin acıklı maddelerine sarılıp kadına karşı şiddete, tacize ve tecavüze efelenen abi, senin taciz skandallarını bilmesek hassasiyetlerini paylaşacağım. Ama gel gör ki biliyorum.

“Bizim canımız yansa da o ayrılığı biz istemişizdir” diye ahkam kesen kuantumcu yaşam koçu abi, kendi kalp kırıklıklarında salya sümük ağladığını bilmesem peşine takılacağım.

Siz ne yapıyorsunuz kuzum? Su üstünde falan yürüyorsunuz, mekanlara ışınlanıyorsunuz da biz mi kaçırdık? Hiçbir şey olmadı da sosyal medyada mı aydınlandınız? Demek ermek için kendine Instagramı, felsefe parçalamak için Facebook’u, siyaseti yarmak için Twitter’ı, afacanlaşmak için de Snapchat’i seçtin?

* * *

Marquez, Yüzyıllık Yalnızlık romanını yazarken, bir gün masasından sessizce kalkar ve yatak odasında uyuyan karısının yanına kıvrılır. “Albay” öldü dedikten sonra hıçkıra hıçkıra ağlar. Birkaç gün de albayın yasını tutar. Romandaki Albay Aureliana Buendia’yı öldürdüğünde yazarın çektiği bu acıyı, yıllar sonra karısı anlattığı için öğrendik. Şimdi kendini edebiyatçı sanan bozuntuların, romanındaki bir karakteri öldürmekten çektiği acıyı anında sosyal medyada görebiliyoruz. Çünkü gözleri yaşlı ağlak hallerini bizimle paylaşıyorlar. Bu sahtekarlık öyle böyle değil yani. Başka insanların anılarını çalıp kendilerine mal etmeye kadar varıyor. Hatıra hırsızları!

* * *

Hadi diyelim ki bunlar profesyonel… Yahu ben sıradan doktor, mühendis, avukat arkadaşlarıma bakıyorum sanki belediye başkanı olmuşlar da çarşı pazar gezip esnaf ziyareti yapıyorlar. Ya da siyasete falan atılacaklar ve ufak ufak ısınıyorlar da ben bilmiyorum. Oysa ben siyasilerin de kendini paketlemesinden, olduğundan farklı göstermesinden tiksiniyorum. Sevgi kelebeği Papa örneğin… Mültecilerin ayaklarını yıkayıp öpmeler falan… Gerçek bir pazarlama dâhisi kendisi. Çünkü alçak gönüllülükle (gizli saklı) yaptığı ne varsa gazetelerde okuyoruz. Kendine gözlük almaya gidip indirim ve özel muamele istememesi gibi. Her nasılsa hep haberimiz oluyor Papa’nın kaçamak erdemli davranışlarından.

Bazen ‘ünlü’ kişinin içselleştirmese de ‘iyi’ şeyler yapmasını seviyorum. Çünkü örnek olma ihtimali var. Rol model olabilir. Ama artık bugün geldiğimiz yerde bırakın sahtekar ünlüleri, kendini belediye başkanı sanan sıradan insanlar bile üçkağıtçı oldu çıktı. Çünkü sadece görüntümüzle ilgili yanıltmıyoruz insanları, karakterimizle ilgili de yanıltıyoruz. Yaşamlarımızla ilgili de yanıltıyoruz. Dışarıya hep mumlu masalar içeriye döner dürüm… Çelişkiler bir noktada katlanılmaz hale gelecek, sayın seyirciler.

Bir de sosyal medya arsızları var. Kendi gül cemalini paylaşmadan çeyrek gün bile geçiremiyor. Acı ve yas anlarında kendi sırıtan fotoğraflarını koyduklarında gerçekten bu karşı koyamadıkları ‘özşehveti’ görüyor ve müthiş bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Sonra istismarcılar var ki onlar acılı günlerde ‘inadına’ diyerek, söz konusu acı hadisenin de ırzına geçerek, arkada Boğaz Köprüsü sırıtgan pozlar verebiliyor. Çek selfie’ni, gülümse, paylaş ama lütfen ne bileyim bir şehit haberi üzerinden Facetune’da ultra beyazlatılmış dişlerini göstererek “Barış kazanacak” falan gibi saçma sapan mesajlar verme. Sizi bir çocuk iradesizliğine ve mantıksızlığına iten nedir gerçekten, biraz üzerinde düşünün.

* * *

Peki kendimizi sosyal medyada veya gerçek yaşamın içinde sahtekarlardan nasıl koruyacağız? Formül basit: Bir kişi ne olduğunu söylüyorsa o değildir.

Misal, durduk yere zenginliğini övüyorsa parası yoktur, dürüstlükten dem vuruyorsa üçkağıtçının tekidir. Güzel olduğunu söylüyorsa, muhtemelen bunu istediği kadar sık işitmiyordur. Birkaç hafta önce yine ‘önemli’ bir kişi oturduğumuz masada ne kadar elit, köklü, zengin bir ailesi olduğunu ‘ispat’ etmeye çalışıyordu (Zaten ispat çabası genellikle yokluktan gelir –kişinin ifade güçlükleri ve iletişim problemleri yoksa) bir zamanlar Bahçeşehir’de yaşadıklarına hiç değinmeden. Tabii asla kötü bir yer değil orası; gelişmiş modern bir semt ama köklü, zengin, elit bir aile için pek uygun bir muhit olduğu da söylenemez. Evet, formül basit, ispat ve açıklama çabası hep öyle olmadığındandır. “Kişinin nesi yoksa osu diline vurur” unutmayın.

İnsan saklanamaz, kendini saklayamaz. İnsan kendinden kaçamaz. Önünde sonunda tüm çirkinliklerimizle yüzleşeceğiz. Bu çelişkilerimiz çok derinleşmeden ne kadar erken olursa o kadar iyi.

3 Yorum

  1. Karin
    | Cevapla

    Bravo!!!!!!!! Tek kelimeyle mükemmel bir yazı

  2. Kerim Kubilay Kurt
    | Cevapla

    Herkes yalancı sahtekar üçkağıtçı yalancıktan güzel

  3. şah
    | Cevapla

    Dışarıya hep mumlu masalar içeriye döner dürüm…… Formül basit: Bir kişi ne olduğunu söylüyorsa o değildir….İnsan saklanamaz, kendini saklayamaz. İnsan kendinden kaçamaz. Önünde sonunda tüm çirkinliklerimizle yüzleşeceğiz. Bu çelişkilerimiz çok derinleşmeden ne kadar erken olursa o kadar iyi…. ” demek ki bu sözler sadece Mevlana’dan çıkmıyor. Sosyal medya sizi de tanımalı!..” 🙂

Yorum Bırakın